Etiket arşivi: ISPANYA

BASK BOLGESI’NDEN OKYANUSA KUS BAKISI

Fransa’nın batı kıyılarında deli gibi yağmur yedikten sonra artık biraz güneş görürüz hayaliyle tuttuk İspanya’nın yolunu. İlk durağımız İspanya’nın en lüks yazlık beldelerinden biri olan San Sebastiandı.

185 bin nüfuslu  kent İspanya’nın Bask bölgesinde kalıyor.  Kente vardığımızda birbirinden güzel ve görkemli yazlık villalar ve geniş tertemiz caddeler insanın gözünü fazlasıyla alıyor. Bir de okyanusu gördüğümüz zaman, herhalde cennet böyle bir yer olsa gerek diyoruz gerçekten. Okyanus kıyısındaki kentin dev plajlarında güneşin batışını izlemek paha biçilmez bir duygu. Otelimiz Monte Igueldo denilen bir tepede. Tepeye finikülerle ulaşmak da mümkün. Otele doğru arabamızla tırmanırken bir tarafta her biri bir saray yavrusu olan yazlık villalar diğer taraftaysa insanın aklını alan okyanus manzarası var. Yolu çevreleyen sette gençler takılıyor, hafif bir Moda sırtları havası var ortamda… Tepeye vardığımızda dünyanın en güzel manzarası bu olsa gerek diyoruz. Mercur Hotel Monte Igueldo aldığı parayı fazlasıyla hak ediyor. Odamızın balkonu San Sebastian’ın muhteşem sahil şeridini tepeden görüyor. Kafamızı dışarı uzatır uzatmaz sonsuz bir maviliğin içindeyiz. Gökyüzü ve okyanus gözlerimizin önünde birleşiyor. Ufuk çizgisini bile seçemiyoruz. 

Pinxtos yemek istiyoruz

İlk gün hava biraz serin. Hala o beklediğim yaz sıcaklarını tadabilmiş değilim. Kalınca giyinip dışarı çıktığımızda önce eski şehri geziyoruz sonra da pinxtos yemek için insan üstü bir çaba sarf ediyoruz. Ancak çok da başarılı olduğumuz söylenemez. Zira pinxtos’ları seçmek oldukça sancılı oluyor çünkü içlerinde ne olduğunu anlamıyoruz. Garsonlar da Baskça ve İspanyolca dışında bir dil konuşmuyor. Anlaşmakta güçlük çekiyoruz. İlk akşam önümüze gelen sürpriz pinxtos’ları yiyor ve bununla yetiniyoruz. Ancak İspanya’nın Barcelona, Madrid gibi büyük kentleri dışında diğer kentlerinde kimsenin İngilizce bilmediğini anlamak bizi oldukça şaşırtıyor. Adamlarla işaret diliyle ya da Türkçe anlaşmaya çalışmakla İngilizce konuşmanın hiçbir farkı yok.

 

Alışveriş cenneti

Bu arada San Sebastian oldukça zengin ve şık bir kent. Modanın merkezlerinden biri. Seyahate çıkmadan önce bu bilgiyi internetten okuduğumda gözümde tam olarak canlandıramamıştım ama kente gidince taşlar gerçekten de yerli yerine oturdu. Birbirinden şık mağazaların olduğu sokaklar gündüz saatlerinde cıvıl cıvıl. Özellikle ayakkabı mağazalarıyla ünlü olan San Sebastian’da indirim döneminde ünlü markaların ürünlerini  de çok çok uygun fiyatlara bulmak mümkün.  Zaten İspanya genel olarak özellikle tekstil alanında tam bir alışveriş cenneti. İnsanın kendini rahatlıkla kaybetmesi mümkün. Ancak San Sebastian’da Avrupa’nın diğer küçük kent ve kasabaları gibi akşam belli bir saatte sessizliğe bürünüyor. Geç kalınca yemek seçenekleri bile gittikçe azalıyor.      

San Sebastian’ın muhteşem kıyılarının tadını çıkarmadan olmaz. Ertesi gün daha sabah saatlerinde plaja  yerleşiyoruz. Önceki akşam bomboş olan plajlar gündüz tamamen dolmuş durumda. Denizden oldukça yukarıda bir yer seçip kendimizi güneşe bırakıyoruz. Laf aramızda hava benim için hala serin. Yine de sahilde barınmak için elimden gelen çabayı gösteriyorum. Ancak sıra okyanusata yüzmeye gelince işte onu yapamıyorum. Su da dışarısı da soğuk olunca seyahatimizin geri kalan iki haftasını hasta geçirme riskini almak istemiyorum. Mümü benim yerime de yüzüyor. Daha akşamüstü yeni olmuşken bir bakıyoruz su ayaklarımızın dibine kadar gelmiş. Okyanusun bu hızlı hareketi bizim çok da alışık olmadığımız bir durum.

Denizden babam çıksa…

Öğlen yemeğimizi çarşının içinde küçük bir barda yiyoruz. Bir iki başlangıç sözyleyelim bira eşliğinde keyif yapalım derken ipin ucu kaçıyor, bir de bakıyoruz mönüdeki bütün başlangıçları istemişiz. Önümüze binbir çeşit deniz mahsulü geliyor. En ilginçleri mürekkep balıklı kara bir sosa bulanmış paella ve solucan gibi minik balıklarla bezeli omlet. Benim gibi deniz mahsulü sevmeyen bir insanı ne hale getirebileceğini düşünün artık. Yine de kendimi zorluyorum ve üç günlük besini bir öğünde depoluyorum. Gece ise kentin diğer ucunda bir müzik festivaline denk geldik. Geceleri genelde durgun olan kentin yaz aylarında böyle festivallerle renklendiğini  öğrendik. Bu arada San Sebastian aynı zamanda bir üniversite kenti. Mimarlıktan tıp fakültesine kadar birçok bölümü barındıran oldukça büyük bir üniversiteye sahip kent öğrencilerle de biraz hareket kazanıyor.

Bask adını her ne kadar ayrılıkçı ETA örgütü ve terör olaylarıyla bilsek de bölgenin aslında kendi içinde bir denge ve huzura sahip olduğunu söylemek mümkün. Zira İspanya’nın kuzeyi ve Fransa’nın güney batısını kapsayan Bask Bölgesi, hem İspanyollar hem de Fransızlar tarafından özerkliği tanınan bir bölge.  Üstelik de kişi başına düşen gelir Avrupa Birliği ortalamasının bile üzerinde. İspanya’da İspanyolca ve Baskça konuşulurken Fransa’da da doğal olarak Fransızca ve baskça konuşuluyor. Bask diliyle ilgili ilgili ilginç bir bilgi de dilin yapısal olarak Kafkas dillerine özellikle de Gürcüce’ye benziyor olması. Bölgenin en önemli kentiyse zengin bir kültür mirasına sahip olan Pamplona.  

3 DAKIKALIK MACERA: SAN FERMIN’DE GELENEKSEL BOGA KOSUSU

Arena

İspanya’nın Pamplona kenti adını yüzyıllardır kutlanan San Fermin Festivaliyle tüm dünyaya duyurdu. Bu yılki San Fermin’de biz de vardık. Geleneksel boğa koşusunu yerinde izledik.

Avrupa turumuzun en keyifli duraklarından biri İspanya’nın Pamplona kentiydi. Bu küçük kentin adı size hiç yabancı gelmemiş olsa gerek, zira her sene temmuz ayında haberlerde Sanfermin festivalindeki kızgın boğaların koşusuna tanık oluyoruz. Seyahatimizin festivale denk gelmesi gerçekten büyük bir şans oldu. Pamplona küçük bir şehir olmasına rağmen festival zamanı sanki bütün dünya kırmızı ve beyaz giysilere bürünerek bu kente akın ediyor. Festival dönemi kente gelenlerin sayısı bir milyonu aşıyor.

Her şey 3 dakika için

Fetival boyunca sabahları 8’de geleneksel boğa koşusu yapılıyor. Turist akınının nedeni işte bu gelenek. Kızgın boğaların önünde koşan birtakım cesur(!) arkadaşı izlemek ve boynuz darbelerinden nasıl sıyrıldıklarını görmek için halk sabah 6.30’dan itibaren sokakta yer tutmaya başlıyor. Boğaların koştuğu yolun kenarına boylu boyunca iki sıra halinde çit çekiliyor. Öndeki sıra koşucuların boğanın saldırısına maruz kalmaları halinde kaçabilmeleri için. Arkadaki sıraysa izleyiciler için. İki sıranın arasındaysa sağlık ekipleri ve bazı gazeteciler yer alıyor. Koşu çok kısa süren bir süreç. Boğalar yaklaşık 3 dakika içinde önlerindeki kalabalığı 825 metrelik yolda koşturarak arenaya kadar sürüklüyor ve koşu sona eriyor. Ancak eğlence bununla kalmıyor. Arenada da boğalarla dans devam ediyor. Hem de yine herkesin katılımına açık bir şekilde. Gönüllüler arenada yerlerini alıyor ve bir boğa onlarca kırmızı beyazlı insanla mücadele etmeye çalışıyor.

Sokaklar kırmızı beyaz

Biz de işte tüm bu tantanaya tanık olabilmek için saat sabahın 5’inde San Sebastian’daki otelimizden çıkarak Pamplona’nın yolunu tuttuk. Yaklaşık bir buçuk saat süren yolun ardından kente vardık. Henüz kent uykudayken koşunun olduğu sokağı aramaya koyulduk. Festivalin son gününde artık kent iyice kendinden geçmişti. Yerlerde, kaldırımlarda, parklarda, banklarda uyuyan, sızan yüzerce gencin arasından usulca geçerek yolumuzu bulmaya çalıştık. Otoparklarda çadır kurmuş insanlara rastladık. Bazı gruplarsa bira eşliğinde, şarkılar ve nağralarla bir önceki geceyi devam ettiriyordu. Yiyecek satan büfeler de erkenden açılmış, bizim gibi boğa koşusu için yer tutmaya giden onlarca kişinin akınına uğramıştı bile. Koşunun yapıldığı sokağa gittiğimizde çitler çoktan dolmuştu. Manzaraysa gerçekten görülmeye değerdi. Sokak kırmızı beyaz bir denizi andırıyordu. Özellikle kırmızının festivalin sembolü olmasıyla ilgiliyse çok çeşitli söylentiler var ancak gerçek neden kesin olarak bilinmiyor. Kimilerine göre, Katoliklere göre bir aziz eğer inancı uğruna ölüyorsa rahipler cenaze töreninde kırmızı renkte giysiler giyiyor. Aziz Fermin’in de 3.yy’da inancı uğruna öldürüldüğüne inanılıyor. Bu nedenle San Fermin anısına yapılan kutlamalara katılanlar üzerlerinde mutlaka kırmızı bulunduruyor.

Arenada alkışlar ve sevinç çığlıkları

Sokakta yer bumanın mümkün olmadığını anladık. Koşunun yapıldığı sokaklara bakan binaların balkonları da çoktan dolup taşmıştı. Geriye tek seçenek kaldı o da boğa koşusunun sona erdiği arenada yer kapabilmek. Hızla arenaya yöneldik ve yer bulmayı başardık. Kısa süre içinde arenada da insanlar kalabalıktan artık kucak kucağa oturmaya başladı. Koşuyu beklerken küçk bir bando takımı arenada güzel bir konser verdi. İspanyollar hep bir ağızdan çok sayıda marşı coşku içinde söylediler. Marşların ardından saat 8’e dakikalar kala barkovizyondan eski koşuların görüntüleri verilmeye başlandı. Kalabalık iyice havaya girdi ve tam 8’de arenada dev ekranda boğalar bu yılki San Fermin için önlerindeki çılgın kalabalığı kovalamaya başladı. Bu sırada arenada soluklar kesilmişti. Koşucular boğalardan darbe aldıkça arenadan çığlıklar yükseldi. İnsanların endişesi yüzlerinden okunuyordu. Kalabalık, koşucular kendi çocuklarıymışcasına endişe içinde bir 3 dakika geçirdi. Ve ilk koşucular nefes nefese arenaya girmeye başladı. O anda alkışlar ve sevinç çığlıkları yükseldi. Koşucuların hepsi arenaya doldu ve boğalar da hızla onları takip etti ve aynı hızla açılan bir kapıdan kendilerine ayrılan bölmeye girerek gözden kayboldular.

Boğaya kötü muamele yasak

3 dakikalık boğa koşusu sona ermişti. Koşucular arenada biraz soluklandı. Ardından eğlencenin ikinci kısmı başladı. Bu kez boğalardan biri kalabalığın üzerine salındı. Arenada yüzlerce kırmızılı koşucu boğayla mücadeleye başladı. İşin bu kısmına boğaya acımadan edemedik doğrusu, zavalı hayvan yüz kadar kırmızılı maceraperestin tahrikleri karşısında nereye salıracağını şaşırmış haldeydi. Yine de zaman zaman doğru hamlelerde bulunarak gerçek patronun aslında kim olduğunu boynuz darbeleriyle herkese gösterdi. Darbeler yüzünden bayılanlar bile oldu. Arenadaki bu çılgın koşuşturma ise yaklaşık bir saat sürdü. Bu etkinlik sırasında en çok dikkatimizi çeken ise boğlara yönelik davranışların katı kurallara bağlanmasıydı. Zira kimsenin etkinliği durduracak, boğaya zarar verecek, onu ürkütüp daha da saldırganlaştıracak hareketler yapmasına izin verilmiyordu. Boğaya vuranlar, boynuzuna asılanlar ya da bunun gibi taşkınlıklar yapanlarsa kalabalık tarafından itilip kakılarak cezalandırılıyordu. Bu bir saatlik kovalamaca sırasında boğa kısa aralıklarla arenada kalıyor ve boğalar dönüşümlü olarak sahaya çıkıyordu.

İspanya’da boğa güreşi yasakları

Boğalarla eğlence bununla da kalmıyordu tabii. Gerçek anlamda bir boğa güreşi izlemek isteyenlerse akşamki güreşler için biletlerini çoktan almıştı. Bizse festivalin son gününe yetişebildiğimiz için bu kadarını gördüğümüze bile seviniyorduk. Zaten kendimi gerçek bir boğa güreşi izleyebilecek kadar İspanyol hissetmiyordum. Gelenekler her ne kadar saygı uyandırsa da hayvanların ızdırap çekmesi bence seyredilesi bir durum değil. Zira bu konu İspanya’da da hala tartışılan bir konu. Ülkede boğa güreşlerini ilk yasaklayan 1989’da Tossa de Mar kasabası olmuş. İspanya’da bugün Barcelona’nın da dahil olduğu 82 şehirde boğa güreşi yasak. Katalonya özerk bölgesi de 2009 yılında boğa güreşlerini yasaklayan bir kararnameyi onayladı. Yasak 2012’de yürürlüğe girecek. Diğer taraftan İspnaya’da kraliyet ailesi ise boğa güreşlerine düşkünlükleriyle biliniyor. Öyle ki kralın, Avrupa Birliği boğa güreşlerini yasaklarsa birlikten çıkarız sözleri bunun en güzel örneği.

Festivali dünyaya duyuran Hemingway

Pamplona’nın bu dünyaca ünlü festivalinden söz ederken festivale adını veren San Fermin’in kim olduğundan bahsetmeden olmaz. 3. yy’da Pamplona Roma imparatorluğunun bir parçasıyken kentteki soylulardan birinin oğlu olan Fermin Hristiyanlığı kabul ediyor ve dini yaymak için uzun bir yolculuğa çıkıyor. Hikayenin bu kısmından sonrasıysaa biraz karışık. Kimileri San Fermin’in bu yolculuk sırasında Fransa’da öldürüldüğünü söylüyor. Kimileriyse onun Pamplona sokaklarında bir boğaya bağlanarak sürüklenmek suretiyle öldürüldüğüne inanıyor. Ancak yaygın olan inanış ise boğalar tarafından sürüklenmek suretiyle öldürülen kişinin San Fermin’i Hristiyanlığa inanmaya ikna eden Aziz Saturninus olduğu yönünde. Tarihçesi ne kadar karışık olursa olsun Pamplona’da yüzyıllardır San Fermin festivali büyük bir coşkuyla kutlanıyor. Festivalin ününü dünyaya yayansa Amerikalı yazar Ernest Hemingway. Hemingway, Güneş de Doğar (The Sun Also Rises) adlı romanında festivalden bahsetmesiyle Pamplona’nın ve festivalin ününe ün katmış.

Not: Bu yazı 3.08.2011 tarihinde Milliyet Cadde’de yayımlandı.